Kürtler Üzerinden İslamcılık
Türküm, doğruyum, çalışkanım…
Yıllarca okudum, dinledim, okuduk ve dinledik.
Bugün bu sözlerle başlayan “and”ımız değiştirilmenin eşiğinde. Demek ki birilerine hep batmış Türk olmak, çalışkan ve doğru olmak. Demek ki bu ülkede Türk olmayan, doğru olmaktan ve çalışmaktan rahatsız olan birileri var. Aslında bilmezmiş gibi bunu sormak da yanlış. Bunun varlığı yıllardır biliniyordu. Ama bilmediğim bir şey varmış o da Türkiye’yi yönetenlerin de onlardan olduğuymuş.
Cumhurbaşkanı fırsatlardan bahsediyor…
Ne menem şeyse bu fırsatlar, bir gizem içerisinde esrara büründükçe bürünüyor. İnsan sanır ki Osmanlı’nın duraklamaya başladığı dönemden beri bu toprakları kemiren bütün sorunlar bitecek.
Cumhurbaşkanı kimsenin bilmediği esrarlı bir çözümü gökten ilahi vahiylerle almış olmalı ki esrarı artırdıkça artırıyor.
Fakat sayın cumhurbaşkanının gönlünden geçenleri kendisinin dile getirmesine gerek kalmadan ilahi vahiyler olanca nuruyla birlikte üzerimize saçılmaya başladı.
Neymiş efendim; dağlara taşlara yazılmış olan yazılar silinsinmiş, andımız değiştirilsinmiş,… daha ardından her ne gelecekse o işte…
Kürt sorunu Türkiye’de yıllarca Türkiye’nin çözmek isteyip de batının elinde bir koz olarak tuttuğu bir sorundur. Bugüne kadar çözülememişse sorumluluk tamamen batı (ABD ve AB) ile onun işbirlikçisi yöneticilerdedir.
O batı, bir yandan Kürt sorununu beslerken bir yandan da gelecekte şekillendireceği Ortadoğu için başka aktörleri beslemiş büyütmüştür. Öte yandan da el attığı siyaset mekanizması aracılığıyla ülkelerin yönetimlerinde söz sahibi olmuştur.
1980 ile tüm dünyada yeni bir dizayn süreci başlatan ABD, Türkiye’de de ılımlı İslamcıları piyasaya sürmüştür. Ilımlı İslamcıların piyasaya çıkması hemen olmamıştır. Ancak yaklaşık yirmi yıl süren kuluçka döneminde gerek ABD’nin bizzat kendisinin eylemleri gerekse içerdeki işbirlikçilerinin eylemleri Türkiye’de İslamcıları olabildiğince güçlendirmiştir.
Politikaya bulaşmış bulaşmamış ne kadar insan varsa herkesin içeri tıkılıp şişeler üzerinde gezdirildiği 1980 İhtilali sürecinde cami vaazları ve vaaz kasetleri ile alttan alta piyasaya sürülen F tipi yapılar, ne hikmetse topluma “devletin topluma tokadı” olarak lanse edilen 28 Şubat Sürecinden de etkilenmemişlerdir. Bu süreçlerin sonunda 2000’li yıllara gelirken devletin bütün kritik noktalarını ele geçirmişlerdir.
Daha önceki bir yazıda da dile getirdiğimiz gibi 28 Şubat siyaseti Erbakan üzerinden yürütülürken onun ve Hikmetyar’ın dizi dibinde poz verme gururunu yaşayanlar ne hikmetse sonraki hükümetin tasfiyesi döneminde daha meclise bile girmeden, ABD tarafından hiçbir Türk yöneticisine nasip olmayan izzeti ikramla karşılanmıştır.
Kim ne kadar aksini söylerse söylesin, “Ben değiştim yada devletle bir sorunum yok” dese de günümüzün yönetici siyasi elitleri damarlarında anti TC kanı dolaşan siyasi kimliklerdir. Bu inkâr edilemez önemli bir gerçektir.
Bu gerçekliğin iki temel alt yapısı vardır. Birincisi doğası genelde devlet özelde ise TC düşmanı sloganlarla şekillenen bir kuşak olmalarıdır. İkinci alt bileşen ise Türkiye’de iktidarda kalabilmenin ABD referansları gerektirmesidir. Son dönemlerde Türkiye – ABD ilişkilerinde TC’li yerleşik güçlerin Amerika’ya hafiften sırtını döner olması Amerika’nın bu kesimlere olan güvenini zedelemiştir. Bu bakımdan bu kesimlerin şu yada bu şekilde iğdiş edilmesi (Ergenekon adı verilen Operasyon bunun somut uygulamasıdır.) gerekmektedir. Bu bağlamda sırtını ABD’ye vermişliği tescilli bir siyasi oligarşinin TC düşmanı olmaması mümkün değildir.
Bu anlayış çerçevesinde damarlarındaki “İslamcı Kan”ı, “Asil Kan”a baskın çıkanların o “Pis Kan”ı damarlarından temizlemek istemesinden daha doğal bir şey yoktur. Şu an sayın cumhurbaşkanının yaptığı bunun hayata geçirilmesinden başka bir şey değilmiş hissi yaratıyor.
Eğer ki bu arzu kendi referanslarını deşifre edecek kimlikleri ile dile getirilecek olsa bu ülkede tartışılacak olan TC’nin yanlışlıkları değil kendilerinin hevesleri olacaktır. Ancak tartışmanın gittikçe mazlumlaştırılan Kürtler üzerinden yapılması bu politikadan nasiplenmeyi umanları arka planda/geride tutarken tartışmaya açılan da “Türk olmak, doğru olmak ve çalışkan olmak” olmaktadır. Artık bundan sonra da şu AB Uyum Süreci tamamlanınca, dağlara taşlara da “Bu vatan AB’nindir” yazarız, koç gibi de Avrupalı oluruz.
Kürtler PKK’nın ardında, DTP’nin ardında ya da Amerika veya ona benzer bir sömürgecinin kuyruğunda dolaştıkça daha yüzyıllar boyunca gün yüzü görmeyeceklerdir. O artık bu noktadan sonra kendi bilecekleri iştir. Biz bu ülkede kanının rengine grubuna bakmadan hem kendimizi Türk bildik hem Türk kabul ettik. Ancak Kürtler bu yangında, dumanından kör oldukları ateşin içine kendini atmayı tercih ederse bizim de elimizden maalesef bir şey gelmeyecektir.
Ancak bugün Türkiye’de şu aşamada Kürt sorunu adıyla yürütülen AB-ABD destekli kampanya Kürtlerle falan ilgili değildir. Tıpkı Ermeni açılımında olduğu gibi zayıflatılmak çökertilmek istenen, İslamcı dimağların/köklerin ve AB-ABD bakış açılarının diş bilediği “TC” ve onun bu kesimlerce algılanan özellikleridir.
Bazılarınca yıllardır bir küfür kelimesi olarak kabul edilen “TC” budandıkça bu bölgede ABD’nin yeni kurtçuklar türetme imkânı artacaktır. Bu oyuncak kurtçuklar, dün Usame bin Ladin ve Kürtler'di bugünlerde ise muhtemelen Mukteda el Sadr, Arabistan ya da Katar’da bir bedevi şeyhi, Suriye’de Nasranîler veya henüz akla gelmeyen birileri olacaktır.
Evet, gerçekten de zayıflatılmış, geleneksel kökleri budanmış, batının öngördüğü ve tanımladığı demokrasinin girdabına boğazına kadar batmış bir Türkiye, uluslar arası çevrelerin emrivakilerinin bir milim dahi dışına çıkamayacak bir ülkeye dönüşecektir.
Bu gürültülerin nihayetinde Türkiye, asıl kaynakları Avrasya’da olan enerji eksenli politikalarla dünyanın yeniden kurgulandığı, küresel politikalar ve sorunların gelecekte en büyük sorunlardan biri haline getireceği su sorunlarının zirveye çıkacağı bir bölgede geleneksel karşı koyma dinamiklerini tamamen kaybetmiş olacaktır.
Petrol bol bol ülkemizden borularla geçecek ama dünyanın en pahalı petrolünü tüketeceğiz, Fırat ve Dicle bölgeyi ihya ederken bu nehirlerin yönetimi AB’nin Su Çerçeve Direktifleri ile oluşturulacak uluslar arası bir konsorsiyumlara verilecek, Kürt meselesi bitecek yerini “TC tarafından ezilen ve zulme uğrayan” diğer 36 etnik gruptan olup da sırasını bekleyenler alacak, kısmet olursa kafatasçı barbar Türkler de gerisin geri Orta Asya’ya sürüleceklerdir.
Bu arada İslamcıların fantezileri de Kürtlerin devlet kurma hayali gibi çöpe gidecek, heba olup giden ise tüm bir coğrafyanın şemsiyesi olma niteliğini henüz farkında olmasa da taşıyan “tu kaka” TC’ye olacaktır.
Son söz…
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.